Eski Düşünceleri Derinden Sarsan Bir Çalışma

Cinsiyet Yalnızca Ataerkilliğin Bir aracı mıdır ? Yoksa Doğumdan Beri Kabullendiğimiz Bütünleşik Bir Algı Mı ?

Eğer bilim insanları arasında süper starlar olsaydı, Judith Butler bunlardan biri olurdu. Butler, ‘kadın’ ve ‘erkek’ olgusunun sosyal yapılardan ibaret olduğu fikrinin bilinen öncülerinden. Şöyle söylüyor: “Cinsiyet düşüncesini yaratan şey cinse özgü davranışlardır ve doğrusu bu davranışlar olmadan cinsiyet kavramından bahsetmek mümkün değil.” Bu içgörü sayesinde, 1,5 milyon dolarlık nakit ödüllü Mellon Ödülü de dahil olmak üzere, birçok akademik onur ve ödül kazandı. (Karşılaştırma için: Nobel Ödülü 1,1 milyon dolar ödül verir.)

 

Judith Butler bir karşılaştırmalı edebiyat profesörü, sinirbilimci değil. Cinsiyetle ilgili fikirleri, Cinsiyet Belası adlı kitabının yayınlanmasından bu yana yaklaşık 30 yıl içinde dünya çapında yaygın hale geldi. 2017 yılında, Melbourne Üniversitesi’nde tarihi ve felsefi çalışmalar profesörü olan Cordelia Fine, Testosteron Rex: Cinsiyetli Zihinlerimizin Mitlerini Ortaya Çıkarma adlı bir kitap yayınladı. Butler’ın ardından, Fine, kadınların ve erkeklerin beyinlerinde veya davranışlarında önemli farklılıklar gösterdiği iddiasının, basitçe heteronormatif ataerkil bir olgu olduğunu iddia etti. Hemen ardından Fine’ın kitabı, yılın en iyi bilim kitabı olarak Royal Society’nin prestijli ödülünü aldı.   

 

Butler, Fine ve takipçileri tarafından ilan edilen bu dünya görüşü, sinirbilimcilerin kamuoyundaki söylemlerini kısıtlıyor. İsveç’te bulunan Lund Üniversitesi’ndeki bir nörofizyoloji profesörü kısa bir süre önce, kadın ve erkek kategorilerinin bir dereceye kadar sosyal yapılar yerine biyolojik gerçekler olduğunu ve bu nedenle kadınlar ve erkekler arasındaki davranış farklılıklarının biyolojik bir temele sahip olabileceğini belirtti. İlerleyen süreçte de bu görüşü öğrencileri tarafından ‘anti-feminist’ ilan edildi. Bunun ardından tıp fakültesi dekanı usulüne uygun bir soruşturma başlattı.

 

Bütün bu durumları çeşitli ortamlarda Butler ve Fine’ın takipçileri ile tartıştım. Onlarla bir araştırma (örneğin, beyin gelişimi yörüngelerinde sağlam kadın / erkek farklılıkları) paylaştığımda aldığım en yaygın tepki, söz konusu bulgunun tamamen cahilce olduğu yönündeydi. Bir Butler takipçisinin şunu demesi alışmadıktı: “Evet, bu araştırmanın farkındayım. Ancak, bu araştırmanın XYZ nedeniyle geçersiz olduğunu düşünüyorum.” Bunun yerine, sıklıkla araştırmanın anlamsız olması gerektiğini iddia ediyorlardı çünkü araştırmaya çocuklar veya yetişkinler dahil. Anlamsız olmasının nedeni ise çocuklar ve yetişkinler, yıllar boyu heteronormatif ataerkilliğe maruz kalmıştır. Bu eleştirmenler gözlemlerine göre (ki doğru) ebeveynler doğum anlarından itibaren kızlarla ve erkeklerle farklı etkileşime girerler. Bu nedenle, yetişkinler ve hatta çocuklar için yapılan herhangi bir çalışma, içinde yaşadığımız cinsiyetçi topluluklar tarafından umutsuzca engellenmiştir.

 

Yeterince adil. Araştırma için bu noktayı es geçelim ve doğumdan önceki insanı çalışalım. Son yıllarda, sinirbilimcilerin annelerinin karnındaki bebeklerin beyinlerini inceledikleri büyüleyici çalışmalar olmuştur. Dikkat çekici olanlarından bir tanesi, Yale, Johns Hopkins ve Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’ndeki sinirbilimcilerin yanı sıra, Almanya, Birleşik Krallık, Hırvatistan ve Portekiz’den gelen sinirbilimcilerle iş birliğinin yapıldığı bir çalışmaydı.  Bu araştırmacılar, bireysel beynin, doğum öncesi dönemden bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik boyunca insan beyninde nasıl kopyalandıklarına baktılar; insan beynindeki gen transkripsiyonundaki en büyük kadın/erkek farkının, birçok gen için doğum öncesi dönem olduğunu buldular. (Örneğin bilişe dahil olduğu bilinen bir gen olan IGF2 geninin transkripsiyon grafiği: IGF2 için transkripsiyondaki erkek/kadın farklılıkları, doğum öncesi dönemde çok büyüktür ve yetişkinler arasında yoktur.) Fakat, bu araştırmanın farkında olan Butler/Fine okulunun bir savunucusunu henüz bulamadım. Butler/Fine teorisi doğruysa (beyindeki ve davranıştaki cinsiyet farklılıkları öncelikle sosyal bir yapıysa ve bütünleşik değil ise), doğum öncesi dönemde kadın beyni ile erkek beyni arasında sıfır fark ve heteronormatif bir ataerkillikte tüm hayatlarını yaşayan yetişkinler arasında büyük farklılıklar görmemiz gerekir. Ancak gerçek tam tersi: Kadın/erkek farklılıkları doğum öncesi dönemde genellikle çok fazla ve bu farklar yetişkinlerde sıfıra inerek yaşla birlikte azalıyor. 

 

Buna ek olarak doğumdan önce insan beynini çarpıcı bir şekilde inceleyen etkileyici bir çalışma daha var. Bu çalışmada, Amerikalı araştırmacılar, hamile annelerin MRI taramalarını, ikinci ve üçüncü trimesterde, rahim içindeki bebeklerin beyinlerini görüntülemeye yeterli çözünürlükte bulmayı başardılar. Dişi ve erkek fetüsler arasında çarpıcı farklılıklar buldular. Örneğin, dişi fetüslerin beyinlerindeki subkortikal ve kortikal yapılar arasındaki bağlantıda önemli değişiklikler olduğunu gördüler. Bu model ‘erkek fetüslerde neredeyse tamamen yoktu’. Başkalarının bulgularını, örneğin, dişi bebeklerin prefrontal kortekste beyin hacminin erkeklerle karşılaştırıldığında önemli ölçüde daha fazla olduğunu da not etmişlerdir. ‘Doğumdan sonra tespit edilen bu hacimsel farklılıkların, bu çalışmada gözlemlenen farklılıklarla yansıtıldığı’ sonucuna varmışlardır. 

 

Bu yeni çalışmadaki cinsiyet farklılıkları bulguları gerçek anlamda inanılmaz. Örneğin, erkeklerle karşılaştırıldığında farklılıklar gösteren, sol serebellum (CB) ile sol superior frontal girus (SFG) arasında ve sol temporal kutup (Temp-pole) ile posterior singulat korteks (PCC) arasında var olan dişi bağlantıları anlatan yukarıdaki resme bakınız. Unutmayın, bunlar sadece rahimdeki fetüsler! Diğer beyin alanlarındaki farklar çok çarpıcı değildi. Doğal olarak bir sonraki soru şudur: Neden bu beyin bölgeleri, diğerleri değil, böylesine dikkat çekici kadın/erkek farklılıkları gösteriyor? Dahası, neden Amerika’daki ana akım medya bu yeni araştırmayı görmezden geliyor?

 

Kaynakça ve İleri Okuma:

Derleyen Yazar: Ayşe Ecem USLU

Yorum yapın