Olmanın Doğası ve Varoluşçu Psikoterapi

Varoluşçuluk Felsefesi Nedir ?

Varoluşçu psikoterapi konusuna geçmeden önce varoluşçu felsefeye değinmek gerekir. Varoluşçu felsefe esasen iradesi ve bilinci olan insanın, irade ve bilinçten yoksun nesneler dünyasına fırlatılmış olduğunu öne süren bir felsefi anlayıştır. Varoluşçu felsefe, insanı bir nesneyi ele alır gibi ele alan ve yorumlayan yaklaşımlara tepki olarak; insanın biricik oluşu ile tanımlanması gereken bir varlık olduğunu belirten ve pek çok insani sorunu ele alıp işleyerek ‘öz-varoluş’ ilişkisi,‘varlığın ve hayatın anlamı’, ‘özgür iradenin insan davranışlarındaki rolü’, ‘sınırsız özgürlük ve sorumluluk’, ‘varoluşsal anksiyete’ gibi konularda açıklamalarda bulunan bir içeriğe sahiptir.

 

Varoluşçuluk felsefesi konu olarak insanın evrendeki yerini, benliği ve var olmanın nedenini sorgular. Üstünde derinlemesine durduğu problem ise insanın varoluşsal açıdan kendine, amacına ve diğerlerine yabancılaşmasıdır. Bireyciliğe aşırı yer vermek, kişinin varoluş sorununa büyük ilgi göstermek, herhangi bir düşünce okulundan olmamak, gelenekçi felsefeyi küçümsemek, özgür ve sorumlu özneye dikkat çekmek gibi temel nitelikleri olan varoluş felsefesi, çağımızın güç koşulları altında ezilen/baskılanan ve var olamayan insanın felsefesidir.

 

Varoluşçuluk felsefesi 2. Dünya savaşından sonra savaşın insan ruhunda yarattığı etkiyi ve yükselen yeniçağın değiştirdiği dinamiği ilgiyle takip eden bir süreçte gelişmiştir. Dönemin siyasi ve toplumsal arka planını derinden etkileyen şey olan Alman işgaline karşı gelişen Fransız Direnişi düşüncesinin nirengi noktası olarak özellikle Albert Camus, Jean Paul Sartre gibi isimleri çevresine toplamıştır. Varoluşçuluk felsefesi, oluşum süreci ve tarihi göz önüne alındığında Soren Kierkegaard, J.P. Sartre, Karl Jaspers, M. Heidegger, F. Dostoyevski, G. Marcel gibi filozoflarla anılır.

 

Ekstra olarak varoluşçuluk, mevcudiyetine sistematik bir altyapı ile açıklama tedarik eden fenomenolojiye dayanır. Yüzyılımızda varoluşçu felsefenin kurucusu olarak kabul edilen ve varoluşçu felsefe ile psikoloji/psikiyatr arasında bir köprü kuran Alman filozof Martin Heidegger, görüngü bilimi olan fenomenolojinin kurucusu Edmund Husserl’in öğrencisidir.                             Görüngücülük yani fenomenoloji, var olanın; varoluşun yaşandığı ana ilişkin duygu ve algılarıyla ilgili verilerin tanımlanmasıdır. Çağdaş görüngücüler ve bazı Geştalt psikologları, insanda düşünme; algılama, anımsama, öğrenme gibi olayları incelemek için bu yöntemi kullanmışlardır.

 

Varoluşçuluk felsefesi, düşünürlerin kavramsallaştırmalarında neleri ifade eder ?

Varoluş felsefesi Weil’e göre bunalım, Maunier’e göre başkaldırış, Hameline’e göre bunaltı, Banfi’ye göre kötümserlik, Marcel’e göre özgürlük, Lucaks’a göre idealizmdir.

 

Aslında varoluşçuluk, diğer felsefi akımlar gibi bir okul veya değişmez ilkeler bütünü değildir. Filozofların münferit ilke ve ilgilerine göre şekillenmiş bir anlayıştır. Ancak yine de, varoluşçu düşünürlerin söylem ve yaklaşımlarında ortak noktaları baz alarak varoluşçuluğun birkaç temel ilkesini açıklamaya koyulabiliriz:

  • İnsan temel ilgi konusudur. Varoluşçu felsefeye göre insan önceden tahmin edilemez, öngörülemez. Kendini nasıl yaparsa öyle olur.
  • Ayrıyeten insan somut bir özne ve birey olarak görülür. Varoluş felsefesinde insan nesneleştirilmeye tabi tutulamaz. O biricik, özel ve nadirdir. Onu makineye, toplum/biyoloji/tarih çerçevesinde bir nesneye indirgemez.
  • Varoluşun özden önce geldiği görüşü, bu ilkeler arasında sayılacak olursa bir şeyi açıklamak gerekir: Sartre, bütün nesnelerin bir varoluşu bir de özü olduğunu; yalnız insanın diğerlerinden farklı olarak varoluşunun özden önce gelerek özünü kendi yarattığını ileri sürer. Marcel ise bu noktada insanın tanrıdan ayrı bir süreçle öz edinebildiği ve varlık ile özün birbirinden ayrı ele alınması fikrine karşı çıkarak Sartre’nin varoluş hakkındaki ateistik yaklaşımından farklı bir yaklaşım sergiler.
  • İnsan kendi özünü kendi bulur, kendini kendi seçer. İnsanın öz arayışında ve yaratımındaki bu serbestliği; varoluşçu felsefede özgürlüğün, özgürlüğün getirdiği sorumluluğun, sorumluluk almanın ve var olmaya ilişkin kaygıların incelenmesine kapı aralamıştır.
  • Hakikat öznelliktir’ ilkesi, Kierkegaard’ın ifade etmek istediği biçimiyle; insanın var edildikten sonra kendi özünü ve öznel hakikatini yaratmasını, dolayısıyla öznesinin çizgisiyle hakikati çizmesini anlatır. Yani Kierkegaard’ın sözüyle, ‘‘Hakikat, bireyin eylemiyle ürettiğidir.’’

 

Varoluşçu Düşünürlerin İnsana Yaklaşımı

Blaise Pascal (1623-1662)’a göre, insanın en önemli özelliği kendi varlığı üzerine düşünebilmesiydi ve insanın kendi üzerine düşünmesinin onu umutsuzluğa sürüklediğini öne sürmüştü. Ona göre insan, var olmak ile hiç olmak arasında sürekli gidip gelen ve bu sebeple güvensizlik içinde yaşamaya mahkum olandı. Pascal insanın, bu tedirginliğin çektirdiği acılardan yalnızca din ile kurtulabileceğini öngörmekteydi.

 

Soren Kierkegaard (1813-1855), modern anlamda ‘varoluş’ terimini ilk kez kullanmıştır. Ona göre insanın yaşamı kaçınılmaz bir yazgıyla mahkum edildiği bir esaret ve iç sıkıntısı içinde geçerdi. İnsanın sıkıntılarına kaynak teşkil eden şey, varoluşunun yaşamak ile ölmenin, geçici olmak ile kalıcı olmanın, özgür olmak ile zorunda olmanın arasındaki yerini bulamamasıydı. Yine Kierkegaard da, bu umutsuz yaşamda kurtuluşun tanrıya sığınmak olduğunu söyler.

 

Martin Heidegger (1889-1967) ’e göre yalnız var olan insan, sınırsız bir özgürlüğe sahiptir ve bu özgürlük içinde kendini oluşturur. İnsan nedensiz ve özsüz bir şekilde dünyaya fırlatılmıştır ve yine nedensiz bir şekilde ölecektir. Yani yaşama gelmesinin de, dünyadan ayrılmasının da bir manası yoktur. İnsanın ‘Var olmak nedir?’ sorusunun cevabını yalnızca kendinde bulabileceğini ve dünyadaki varoluşunu kavrayabilmesinin yolunun, aynı zamanda öteki var olanların varlığını kavramaktan geçtiğini söyler.

 

Jean Paul Sartre (1905-1980) Hegel, Husserl, Kierkegaard ve Jasper gibi isimlerden etkilenmiş; varoluş konusunda iki ayrı kategoriden bahsetmiştir. Ona göre varoluşun iki türü vardır: Kendi için ve kendisi olarak var olma. Kendisi için var olma, nesnel var olmadan ibarettir. Kendisi için var olma ise kendiliğin bilinci içinde kendi özünü inşa etmedir. Sartre’nin varoluşçuluğunun edebiyatına yansıdığını da görebiliriz.

 

Psikoterapide Varoluşçu Yaklaşım (Varoluşçu Psikoterapi)

Varoluşçuluk, varoluşsal bir ihtiyaç nedeniyle gelişmiştir diyebiliriz. İnsan dediğimiz varlık, varoluş itibariyle kendini oluşturmakta ve bu çaba içerisinde olgunlaşmaktadır. Alacağı dersler, yerine getireceği görevler, sahip olacağı rol/sorumluluklarla; öğrendikleriyle kendini var edecek, özünü oluşturacaktır. Yalnızca insana ait olan bu özellik, ona yaşattığı iç sıkıntısı ve öz arayışını da beraberinde getirecektir. Ancak içinde bulunduğumuz savaş ortamı, sosyo-ekonomik krizler ve her gün artan çeşitli stres faktörleri; insanlara özlerine bakıp onu aramak yerine, onu kendine yabancı kılmakta ve yalnızca hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda bırakmaktadır ki bu mücadelenin çoğunlukla insanın lehine sonuçlar vermediğini, toplumsal bazda artan fizyolojik rahatsızlıklar ve psikolojik çöküntülerden anlayabilmekteyiz. İşte varoluşçu terapi ve varoluş felsefeleri, bu durumda insana ‘öz’ü olması gerektiği gibi konu alarak ve insan olmanın en başına; var olmaya götürerek, onu varoluşuyla ele alarak yaklaşmaktadır.

 

Varoluş teması, psikiyatride insanı anlama çabasını temel alan yaklaşımında geleneksel tedavi yöntemlerinden tümden farklı bir tutum edindirir. Dolayısıyla psikoterapide varoluş temasını esas almak, bir yöntem olarak değil, kliniksel ve terapötik bazda bir tutum olarak karşımıza çıkar.

 

Varoluşçu psikoterapi Psikiyatri Profesörü Engin Geçtan’a göre belirli kişilerin değil; çağın bir gereği ve ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Psikiyatride varoluşçuluk, İkinci Dünya savaşını izleyen yıllarda, Batı Avrupa’da belirmeye başlayan ve giderek Amerika kıtasında da yaygınlaşan bir yaklaşım haline gelmiştir. Geçtan’a göre psikanaliz ve psikanalitik kökenli psikoterapi temelinde Heidegger’in ontoloji denilen düşünce ekolünden esinlenerek geliştirilmiş bir tedavi tutumunu tanımlamaktadır. (Ontoloji adı verilen Heidegger felsefesi insanı ‘dünya içinde varoluş’ olarak ele alan felsefedir.)

 

Geçtan, Kierkegaard ve Nietzsche gibi düşünürleri referans göstererek batı insanının yaşadığı anksiyete ve umutsuzluğun kökeninde ‘kendine yabancılaşmak’ olduğunu söyler. Kendi dünyasını kaybeden ve kendi özünden, özünü aramaktan uzak düşen insanın; Varoluşçu psikoterapi ile yeniden, bildiği ve bastırılmış olduğu özünü yüzeye çıkarabileceğini öngörür. Varoluş anksiyetesinin yanı sıra insanın bir de ontolojik anksiyete ile boğuştuğunu göz önüne alır. Varoluş anksiyetesi, kişinin yaşamının anlamından şüphe ettiği ve bu sebeple hissettiği korku/panik gibi duygularla karakterize olur. Ontolojik anksiyete ise, var olmasının nedeni olmayan bir dünyada ona bahşedilen kısıtlı yaşamla, bu hayata ve dünyaya bir neden, bir mana kazandırabilmiş olup olmadığı konusunda duyulan anksiyetedir.

 

Dünyaca ünlü Psikanalist Irvin Yalom, varoluşçu eğilimin felsefi kavramların insanları klinik incelemesinde kullanılma arzusunun bir sonucu olduğunu ve Freud’un insan modeline tepkisel bir alternatif olduğunu öne sürer.

 

İsviçreli psikanalistler Meduard Boss ve Ludwig Binswager, ‘‘Daseinanalysis’’ adıyla ortaya çıkardıkları tedavi yaklaşımıyla varoluşçu psikoterapinin öncüsü sayılmaktadırlar. Varoluşçu düşünürlerden Nietzsche ‘Dasein’ kavramını insan varoluşunu kastetmek için kullanırken Heidegger bu kavramı bizzat insan için kullanır. May, Almanca kökenli bu kelimeyi ‘burada -dünyada- var olmak’ anlamında kullanır. Nietzsche’ye göre ‘Dasein’, yani insanın varoluşu; yaşam kavramına, yaşamaya istenç duymaya, var olmak için eyleme geçmeye genellenen bir ifadedir.

 

Binswanger’e göre varoluşçu analitik temele sahip psikoterapi, tedavi edilen hastanın yaşam tarihini araştırır. Ancak bunu yaparken, anlamayı tekniğin önüne koyar. Terapist, danışanın dünyasına katılır, yaşam tarihini kişinin öznesi olduğu deneyime yakınlaşarak anlamaya çalışır. Bu noktada varoluşçu psikoterapi sırasında ‘terapist-danışan ilişkisi’ ve ilişkisellik önem kazanır. Tedaviye gelen kişiyi kendi dünyası içinde anlamaya çalışmak, içinde var olduğu kendine özgü dünyasına dair görüyü ve bu dünyaya ilişkin anlayışı geliştirebilmektir. Terapistin danışanın yaşantısal dünyasına girmesi ve anlayışı bozan varsayımlarda bulunmadan, bu dünyanın olgularını dinlemesi gerekir.

 

Ölümün keskin ve kaçınılmaz gerçekliğiyle, kendisine neden verildiğini bilmediği ve cevabını bulabileceğinden emin olmadığı bu hayatın kısıtlı süresi içinde insanın olabildiğince anlamlı ve doyumlu yaşamak istemesi; canlı olarak uyandığı her yeni günde onu yokluk ve hiçlik duygusuyla karşı karşıya bırakır.

 

Varoluşçu psikoterapi içinde insan, işte bu yüzden özgürlüğünün, biricikliğinin, kendi özünün ve öznel hakikatini bulabilecek yetide olduğunun vurgusu yapılarak desteklenmelidir. Hızlı değişen her şey içinde, arabalar giderek hızlanır, fiber bağlantılar hızlanır; kıyafetlerin, eşyaların, renklerin hatta mottoların modasının değişimi hızlanır ve elbette dünyanın iklimsel/toplumsal/evrimsel değişimi ve devinimi hızlanırken; insanın varlığının kendi yarattıklarının hızına yetişmeye çalışması, çalışırken bocalaması ve kendinden uzaklaşması normaldir. O halde insan yavaşlamalı, koşmalı veya sorgulamalı. Ya da rahatlamalı. Her ne yaparsa yapsın, özünü yeniden hatırlamalı ve kendini yaratmalıdır. Zira kendine yabancı düştüğü ve giderek uzaklaştığı her an somut dünyanın da gerçekten anlamı yiter.

 

Alıntılarla Varoluşçuluk ve Konu Olarak İnsan

‘‘Elbette bir şeyin tanımlanamaması yok olduğunu göstermez onun. Nitekim aşkı, şiiri, elektriği de tanımlayamıyoruz, ama yok da sayamıyoruz. Çünkü her gün onların çeşitli belirtileriyle karşılaşıyoruz. Tıpkı, sık sık varoluşçu ürünlerle karşılaştığımız gibi…’’ – Jean Paul Sartre

 

‘‘Varoluşçuluk, ahlakı bir nesnel değerler düzenine değil, insanın kökten özgürlüğüne dayandırır: ‘İnsan özgür olmaya mahkûmdur’… Varoluşçuluğun öznelciliği, insanı bir nesne gibi görmeyi istemeyişinin bir işaretidir. Çünkü bu öznelcilik, özneler arası ilişkileri kapsar; insan varoluşu, ancak başkalarıyla olan ilişkilerine göre belirlenir, evrenselliği de özünde değil durumundadır… Özgürlüğün hem tek insan için hem de bütün insanlar için istenmesi gerekir. ’’ –Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk

 

‘‘…Tek başına olan bu birey kendisini anlatamamanın acısını taşımaktadır, aklı her şeyle uğraşamayacak kadar ciddidir…’’ –Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme

 

‘‘İnsanoğlu madem ki dünyaya atılmıştır, kendi başına bırakılmıştır, öyleyse yaptıklarından sorumludur. Nitekim o, kendini nasıl kurarsa öyle olacaktır. Tasarılarına, seçmelerine, eylemlerine göre varlığına bir öz kazandıracaktır. Edimleriyle kendini gerçekleştirecektir. Gerçekleştirmelidir.’’ –Jean Paul Sartre

 

‘‘Öyle ya, kim ve ne hakkında ‘bunu biliyorum’ diyebilirim. İçimdeki bu yüreği duyabiliyorum, var olduğu yargısına varıyorum. Bu dünyaya dokunabiliyorum, onun da var olduğu yargısına varıyorum. Tüm bildiğim burada duruyor, gerisi kurmaca. Çünkü varlığından emin olduğum bu ‘ben’i kavramaya çalıştım mı, onu tanımlamaya, özetlemeye çalıştım mı, parmaklarımın arasından akıp giden bir su oluveriyor. Bürünebildiği tüm yüzleri bir bir çizebilirim, ona verilmiş olan her şeyi, bu eğitimi, bu kökeni, bu ateşliliği ya da bu susmaları, bu büyüklüğü ya da düşüklüğü de bir bir çizebilirim. Ama yüzlerin toplamı yapılamaz. Benim olan bu yürek bile hep tanımlanamaz kalacak benim için. Varoluşum konusunda vardığım bu kesinlikle, bu güven vermeye çalıştığım öz arasındaki çukur hiçbir zaman dolmayacak. Kendi kendime yabancı kalacağım hep..’’ –Albert Camus, Sisifos Söyleni

 

Varoluşçu Psikoterapi İle ilgili Kitaplar

Varoluşçu psikoterapi ile ilgili bazı kitaplar aşağıda listelenmiştir:

  • Irvın D. Yalom, Varoluşçu Psikoterapi
  • Irvın D. Yalom, Nietzsche Ağladığında
  • Engin Geçtan, İnsan Olmak
  • Engin Geçtan, Varoluşçu Psikiyatri
  • Engin Geçtan, Psikanaliz ve Sonrası
  • Emmy Van Deurzen-Claire Arnold Baker, İnsan Meselelerine Varoluşçu Bakışlar

 

Kaynakça ve İleri Okuma:

  • Bakırtaş, T. (2018). Varoluşçu Psikoterapi (I. D. Yalom). ÇÜİFD, 645-649.
  • Çelik, G. (2017). Varoluş Felsefeleri, Varoluşçu Terapi ve Sosyal Hizmet. DEÜ SBE Dergisi, 417-439.
  • Geçtan, E. (1974). Varoluşçu Psikolojinin Temel İlkeleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 13-17.
  • Geçtan, P. D. (1974). Varoluşçu Psikolojinin Temel İlkeleri. Dergiler Ankara.
  • Yücel, D. M. (2014, Mart 5). Varoluşçuluk Nedir-Felsefesi. DMY Felsefe: https://www.dmy.info/varolusculuk-nedir-felsefesi/ adresinden alındı

 

Yazar: Feride Kübra ATEŞ

 

 

Yorum yapın