Nefesi Tutku Olan Kadın Afife Jale

Oral fiksasyonlarla dolu bir aşk hikayesinin örneği afifenin ki acının sanatın dibe vurmuşluğun travmayla dramatize edilip, bağımlılıkla mücadele etmiş aşığını korumak uğruna aşkından vazgeçmiş. Madde uğruna bedeninden vazgeçecek kadar zayıf düşmüşken ideallerini gerçekleştirmek için fiksasyonlarını gölgelemeyi orta ölçekte başarmış sahne kadınıdır. Dini prangalara göğüs geren, baskıcı bir babayla bir o kadar da solcu bir dedeyle yetişen afifenin arada kalmışlığı onu rol yalnız ve depresif hissetmesine sebep olmuştur. Erickson un psikososyal teoerisine baktığımız zaman Afife Jale’nin gelişimsel kriz evresi girişimciliğe karşı suçluluk döneminde meydana gelmeye başlamıştır

 

Girişimciliğe karşı suçluluk(3-6yaş): Bu dönemde çocuk merakla sorular sorar. Çocuğun sorduğu bu sorulara basit ve sade şekilde, mutlaka cevap verilmelidir. Eğer çocuğun soru sorması engellenirse ileride hiçbir şeyi merak etmez. Çocuğun ileri ki dönemdeki akademik başarısı buna bağlıdır. Ayrıca bu dönem çocukta, sorumluluk, merhamet,acıma  duygusunun oluştuğu dönemdir. Afife Jale’nin çocukluğunda yaşadığı çatışmalar bu açıklamayla incelendiği takdirde onun karakterini biraz daha derinlerde inceleyerek girişimcilik evresinin rol modelin baskınlığı sayesinde aktif hale geldiğini görürüz. Afife meraklı, sürekli sorular soran ve her gittiği tiyatro oyunun daha küçük yaşlarında taklitlerini dedesine göstererek onaylanma ve kendini kanıtlama aşamasında olan bir çocuktur. Kuzeni Rıza ile girdiği yarışlarda ondan daima ön planda olmak için elinden geleni yapmaktadır. Afife Jale’nin var olma duygusu, dedesinin yönlendirmesi ve sabrı sonucu Afife Jale de vücut bulmuştur. Psikanalitik açıdan Freud’un teorileriyle Afife Jale’yi incelemek gerekirse fiksasyonlardan fiksasyon beğenmemiz gerekir. Oral fiksasyonla başlayan bu dönemin belirtisi sigara bağımlılığı ve uyuşturucu bağımlılığıdır Freud’a göre kişiliği oluşturan psiko- seksüel gelişim evrelerinden herhangi birinde gerçekleşmiş birtakım travmalara obsesif kompulsif ritüeller gelişmesine neden olmaktadır. Afife Jale migren sonucu ağrılarını dindirebilmek için artan dozlarla morfinman olarak literatüre geçiyor. Zamanla haz pirensibi devreye girerek hazzın esiri haline geliyor.

 

Bir hayat düşünün yürümeyi öğrenmeniz için defalarca düşmeniz gerekmektedir. Fizyolojik ve anatomik açıdan bir kas erginliği gelişmesi gerekiyor. Biyolojk süreç en az bir seneyi gösteriyor. Peki ya yürümeyi öğrendikten sonrası? Mücadelelerimiz , hırslarımız, duygularımız , gerçek benliğimiz, sosyal benliğimiz idealize ve var olan benliğimiz ne zaman meydana gelmektedir? Cevap yine biyolojik sürecin sosyal saatle belirtilebilme çabasından oluşuyor. Biyolojik bedenimizde duyguların çözümlemeleri öznel-nesnel yaklaşımlarla bir açıklama çabasına giriyoruz. Analizler , yorumlar , çatışmalar , hepsi bir çatı altında toplanma çalışlıyor. Ruh dediler , din dediler tanrı dediler yüzyıllara göre ekoller ve hükümdarlar kim ise onların dedikleri bilim oldu ekol oldu. 21 YY da ise zihin olarak ele almaktadır. Sahiden nedir psikoloji beyin demek mi ya da çözümlenemeyen davranışların sebebiyetleri mi?  Attığım bir kahkada benim psikolojimi gösteriyor panik atak esnasında ki kalp çarpıntım da benim psikolojim. Belirtiler içindeki belirsizlikler ile süregelen bir çatışmada sanatın ve sanatçının bu duruma netlik getirdiğinin altını çizerek  Tarihimizdeki ilk Müslüman Kadın Tiyatro Oyuncusu Afife Jale’nin mücadele dolu hayatını anlatan bu Romanda ona hak ettiği bir hayat ve bir sahne bırakalım. Alkışlardan beslenen bu kadını alkışlarla uğurlanmasını sağlayalım. Yalnız bir şekilde ölmesin afife kalabalıklar içinde uğurlansın sevilsin hatırlansın. Sanatını hükümsüz ve yargısızca icra edebilsin . Ölürken gözyaşlarına boğulmasın Afife travmasını geride bıraktığını Hatırlamasın sevildiğini, sayıldığını bilerek etsin son vedasını sahneden bize. Kendi evi bile olmayan bir yerde aidiyetlik duygusundan yoksun bir şekilde ölmesin bu yegane güçlü kadın . Ne fiksasyonu var olsun ne de herhangi  ruhsal bir döngüselliği. Bir örnek teşkil edelim , bir sanatçının hayatının sonu onu hatırlamamıza sebep olmasın bu sefer. Duygusu, hezeyanı bize geçsin ona yakışır saygın bir son bırakalım ona . Afife Jale ödülleriyle hatırlamayalım onu. Selahattin ve Afife olarak bilsin aşıklar,  bir tel sesinden selahattin pınar’ın ezgisi, bir alkış sesinden Afife Jale burada desinler. Bir kurgu olsun ve sonu dopamin yerine serotoninle bitsin mesela, oksitosin öyle bir var olsun ki feremon savaşları yaşansın. Duygu etkileşimleri açık bir şekilde var olsun ve hissedilsin

 

Afife Jale sanatını dönemin zorluklarına rağmen icra ediyordu. Sahneye ilk çıktığı andan itibaren geleceğinin parlak olduğu anlaşılmıştı. Sahnedeki kendinden emin duruşu, takılmadan sözleri sıralayabilmesi , dönem kadın ekollerinin takibini yakalayarak onları kendi stiliyle özgün hale getirebilmesiydi. Tutkusu var ediyordu afife jaleyi. Afife o dönemde çok hızlı bir ivmeyle yükseltmektedir. Oyundan oyuna çıkarak ününe ün katıp, kadının sahnede. Var olabileceği mesajını her seferinde vermektedir. Nice şehirlere ulaşıp tarihte kadının yerini önemini ve yapılanların. Yapılacakların  teminatı olduğunu her seferde dile getirmeden duramamaktadır. Hırsı aşağılanan ve küçümsenen insanlara karşı öfkeye dönüşmüştür. Afifenin mottosunda sanatta öfkeye yer yoktur . Sanata düşman olanda, kadına düşman olanda öfkeyi en çok hak edendir der Afife Jale. 

 

Tiyatroya o kadar saygınlaştırır ki Osmanlı Döneminin son evrelerinde. Kadınlar Cumhuriyet daha kurulmadan etkilerini damarlarında hissederek afife sayesinde hür ve özgür oldular. Kıyafette hürleştiler, biat toplumu olmaktan kurtuldular. Avrupa’nın sanat ve düşüncedeki gelişimini afife jale kendi topraklarına getirebilecek kadar başarılı bir tiyatro sanatçısı olmayı başarabilmişti. Dedesinin onu yetiştirdiği ışıkta o da diğer kadınların hayatlarına dokunabilen bir kişi olmayı başarmıştır. 

 

Yenilikçiliği ve vizyonlu kişiliğiyle herkesten bir adım daha ötede olmak afife jale acaba ben bir narsist olma yolunda mı ilerliyorum diye kendine sorar. Yardımcı olma duygum gerçekten istediğim için mi yoksa birine yardım ettiğimde kendimle gurur duyup üstünlük mü taslıyorum içten içe. Bazen kendimi bu kadar sorumluluk altında ilerlerken ne hissettiğime yeterince karar veremiyorum. Kibir ya da ego değil bu bendeki. Yardım etme isteğinin abartılmış bir hali sadece. İnsanlara o kadar çok veriyorum ki istemsizce hayatımdan ve zamanından almıyor elbette. Bana sanatımı hatırlatıyor. Sahnede ki ilk rolümü dün gibi anımsıyorum hala . Yamalar dı ilk oynadığım oyunun adı. İçimdeki gizli narsistin belki de yeşerdiği ilk dakikaydı o an. Eliza Binemeciyan adlı yabancı bir oyuncunun yurt dışına kaçması ile onun yerine bir bayan oyuncu aranmaya başlanır ve sınav düzenlenmişti. Öyle katılmıştım ve kazandım rolü bende. Duygular zamanla yerine oturdu, ideallerim ile birleştikçe daha bir afife oldum bir narsist değil aslında.  Sanata katkılarım dillerden dillere dolaştıkça tutkumun daha da arttığını fark ettim. Bir devrimdi benim yaptığım. Kendi adıma tiyatrom adına. Bir süre Berlin’e sanatımı taşıma hayalim vardı  Orada kadının özgürlüğü destansı bir şekilde her insanın düşlerine girecek nitelikteydi. Berlin’de bir süre geçirdim. Yeni dünya sınırlarının oluştuğu dönemde dünyaya tiyatrocu bir kadının gözünden görüp yeni ufuklar yeni ekoller tanıma şerefine nail oldum. Doğu ve Batı arasında kalmış ülkemin batıya daha çok yakıştığını görerek gittiğim her bölgede ki gözlemlediğim farklılıkları karşılaştırmalar yaparak not aldım. 

 

Gözlemlerimin beni yanıltacağına dair bir şüphem yoktu. Kendi ülkemde sahneye çıktığımda polis sahneyi basmaya gelir korkusuyla sahneye çıkarken, Berlin’de polisler sanatçıların sahnelerini izlemeye geliyorlardı. Ellerinde silah değil de tiyatro biletlerini görmek bile zihniyet farklılığını bir şekilde kendini gösteriyordu. Türkiye’de hayal ettim bir an bunun olabileceğini : Benim gibi onlarca kadın göğsünü gere gere eserleri sergiliyorlar sahnede kimi Arap Bacı oluyor kimi de Camilie Raquin oluyor . Fütursuzca sergiliyorlar oyunlarını sahnede ayakları  yerden kesilircesine. Zaman kavramları sadece perde lafını duydukları anda ki o heyecan olsa mesela. Ruhlarını adadıkları meslekleri onları var etse.

 

Ama nerede bu hayallerin aniden gerçekleşebilmesi, sanat değer kazanacak ki sanatçının değerini bilsinler.Bidatlardan vazgeçmedekleri sürece kendi ülkemde var olmak hepimiz için sancılı olacak. Tutarlı olacaklar ki medeniyet denilen kavramı cinsiyet eşitliği ve sanatta kadının yer edindiği sürece yakalayabilecekleri anlamaları gerekiyor. Kısa bir süre sonra Türkiye’ye döndüm. Kulağıma bir takım havadisler işittim. Ülkede yönetim şeklinde değişikliğine,  sahnede kadınların da artık denetim gerçekleşmeden rahat bir şekilde oyunlarını gerçekleştireceklerine dair havadislerdi bunlar. Biz ilklerin kaderi her zaman zorluklara göğüs germek olduğu tekrardan geldi aklıma. Biraz hüzünlendim fakat yenilerin adına çok sevindim diye vurguladı Afife Jale. Berlin’de düşündüklerim birer birer gerçekleşiyordu.Sanırım sanatçılar belirli içgüdülerle de var oluyorlardı Belki de özeldik her birimiz diğerinden. Geleceğini tiyatroya adayacak insanlar artacaktı bu devrimler sayesinde. Ekoller oluşacak, sahneler artacak, duayenler olarak kendi oyuncularımzı yetiştirme fırsatımız olacak ve kitaplarda yüzyıllarca bizden bahsedilecekti. Nihayetinde unutulmamak tek dileğidir bir tiyatro sanatçısının. Bu dileğimizde gerçekleşeceğine göre önümüzde engeller kalmayacaktı. Belki bir gün kendi tekelimi kurar Afife Jale Fransız ekollü bir sahne de ben kurardım. Uzun zaman oldu aşkı tatmayalı, aşkı ilhamdan almayalı, Tutkum hırsım ve hayallerim beni her zaman motive ederdi ama bir yere kadar. Çoğu sanatçı ilhamını aşktan aldığı zaman bende aşkımı ilhamdan almalıydım. Bahar akşamlarını çok severdim . İlkbahar  benim için bir devinimdi her zaman . Doğa canlanır , bir dirilme gerçekleşir. Aşkta ilkbaharda tomurcuklanır derler. Bir de bir müzik girdi mi o tatlı bahar akşamarında bir kadeh rakı eşliğinde tatlı tatlı moda sahilini seyre dalardım. Bir bahar akşamı rastladım işte ilhamıma. Saz çalan bir bestekarmış kendisi yüksek mevkilerde sahne aldığı da olurmuş bu sanatkarın. Sesi beni sahnemdeki mutluluğundan bile daha bir mutlu  etti. O kadar yozlaştım ki kendimden Afife Jale kimliğimden bir anda onun yanında olduğum için vazgeçebilrdim .

 

Hücumda değildim ilk kez. Teslim olmuştum. Yenilgiyi kabul edip sanatımda bir adım daha ileri taşıyabilmek uğruna kendimi bırakmıştım bu aşka. Belki de bağımlılığımdan kurtulabilirdim. İçinde bulunduğum bu durum beni esrardan kurtarabilir miydi? Selahattin denilen bu sanatkar hayatımda bunca değişikliğe sebep olabilir miydi? Yaratıcılığa ulaşma arzumda avantajlarım gün ve gün artıyorken ben yok olur muydum? Uğruna verdiğim savaşları kaybeder miydim? Afife Jale hırsını kaybederse , sahnelerden uzaklaşırsa kayan bir yıldız gibi aniden ortadan kaybolmak zorunda kalırsa ne olurdu?  Bu düşünceler neden kafamda dolaşıp durmaya başladı? Ben sadece aşık oldum demiştim. Aşkı düşlerken karşımda aşığım duruyorken neden mutlu olamıyordum? Bir erkeğe güvenmemem mi gerekiyordu? Yoksa tutkum bu adama dönüşürse mesleğimi mi kaybederdim? Ya o benden daha çok üne kavuşursa ?  İlham kaynağım tutkularım aşka dönüşürse ben ne yaparım? Diye bin bir soru geçirdi. Afife belirtildiği gibi hırslı bir kadındı. Afife Jale’nin hırsı kadın olabilme idealinden ve kültürel etkilerden kaçarak bir birey olmayı arzuluyordu. Adlerci bakış açısıyla incelediğimiz zaman : Erkeklik arzuları bastırılan itkileri gizleyebiliyor ise bu arzuları bu amaca uygun hale getiren şey nedir? Burada kültürel etkenler alanına gireriz. Alfred Adler de belirttiği gibi erkek olma arzusu güç, cesaret bağımsızlık, başarı cinsel özgürlük, eşini seçme hakkı gibi kültürümüzde erkeksi olarak değerlendirilen bütün özellik ve ayrıcalıklara sahip olma arzusunun bir dışa vurumudur. Bakış açısını hırslı bir kadına uyarladığımız zaman bu çatı altında bir maskülenlik ortaya çıktığı gözlemlenecektir. Sembolik dışavurumla Afife kültürün etkisini kırmak ister ve ve maskülenetiyi bir boyunduruk altında olmadan zihninde aşkına yer vermeden bir şekilde sabote etmeyi başarır. Psikanalizden istenen şey hırstaki yıkıcı benmerkezcil ögelerin ortaya çıkarılması ve sadece bu hırsa yol açan etkenlerin değil , ayrıca bunun kişilik yapısı üzerinde sevgi ve iş yaşamındaki ketlemeler, rakipleri kıskanma, kendini küçümseme eğilimleri, başarısızlık ve başarı korkusu yaratma yönünde ki etkilerin de analiz edilmesidir.

 

Afife Jale’nin karakter kurgulanması kimş yerlerde narsisizm olarak ele alınmıştır . Çoğunlukla nevrotik bir kurguda işlediğim Afife Jale hayatını işine adayan sanatından mutluluğunu yaratan bir tiplemedir. Gizli güç obsesyonları ile mücadele ederek hayatında ondan daha fazla öne çıkabilecek birini hayatına almamayı seçmiştir. 

 

Derleyen Yazar: Oğuzhan Kaplan

Yorum yapın