Bilişsel Psikoloji, Popüler Çalışma Alanları, Bellek Çalışmaları ve Öğrencilere Tavsiyeler | Prof. Dr. Sami Gülgöz ile Özel Röportaj

Prof. Dr. Sami Gülgöz Kimdir ?

1962 yılında İstanbul’da doğan Prof. Dr. Sami Gülgöz, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünde lisans derecesini tamamladıktan sonra Georgia Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora derecelerini almıştır. Dört yıl Auburn Üniversitesinde öğretim üyeliği yaptıktan sonra 1993 yılında Koç Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine başlamıştır. Burada 2001 yılında Doçent, 2006 yılında Profesör olduktan sonra 2008 yılında bu yana İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi dekanı olarak görev yapmaktadır. Araştırmaları yazılı metinlerin anlaşılması ve bu metinlerdeki bilgilerin hatırlanması, kişilik ile zihinsel becerilerin ilişkisi ve insanların yaşadıkları olayları hatırlamaları üzerinedir. Bilimsel araştırmalarının ve bilimsel makalelerinin yanı sıra Eğitim Reformu Girişimi, Türk Eğitim Vakfı, Anne Çocuk Eğitim Vakfı ve Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı gibi birçok eğitim kuruluşuyla projeler yapmıştır. Çalışma arkadaşları ile birlikte TEGV için hazırlamış oldukları, düşünme becerilerini geliştirmeyi amaçlayan yedi kitaptan oluşan bir eğitim programı, ERG ve MEB işbirliğinde bir proje için öğretmenlere yönelik düşünme becerilerini geliştirme yöntemleri üzerine uyarladıkları bir kitap bulunmaktadır. Halen Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın Eğitim Danışma Kurulunda görevlidir. Avrupa Bilim Vakfında Beşeri Bilimler Daimi Komitesinde Türkiye temsilciliği ve yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulunmuş, Avrupa Araştırma Konseyinin (European Research Council) araştırma ödülleri programlarında panelistlik ve hakemlik yapmıştır.

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz ve Sudenur Güngör | Bilişsel Psikoloji Özel Röportaj
Prof. Dr. Sami Gülgöz ve Sudenur Güngör | Bilişsel Psikoloji Özel Röportaj

Bizde değerli hocamız ile son yıllarda bilişsel psikoloji ile ilgili genel bilgiler, popüler konular ve tavsiyeler üzerine özel bir röportaj hazırlamak istedik ve kendisi de sağolsun kırmadı.

 

Sudenur Güngör: Hocam öncelikle yoğun programınızda bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. İsterseniz merak edilen ancak klasik olan Bilişsel Psikoloji alanının genel bir tanımından ve çalışma alanlarından bahsedelim. Bilişsel psikoloji nedir ve neyi araştırır ?

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: İlk olarak Bilişsel Psikoloji diye bir alanın sınırlarını koymak zor. Şimdilerde psikolojiyi kalkıp da bilişsel, klinik, sosyal vs. gibi kompartmanlara bölmek çok zor gözüküyor. Çünkü sonuç olarak çalıştığımız insan ve bütün bu araştırdığımız meselelerin birbiriyle ilgisi var. Örneğin ben bir insan hafızasını araştırıyorum ve insan belleğini araştırırken sosyal koşullarda hatırlamanın ya da depresyon durumundaki hatıralamanın dışına çıkmak pek mümkün olmuyor. Hatırlama ile anksiyete arasında ciddi bir ilişki olabiliyor. Dolayısıyla tam bir sınır çizilemiyor ancak klasik olarak bakıldığında bilişsel psikoloji, insan zihin süreçlerini, insan zihninin nasıl çalıştığını, hangi süreçlerden geçerek çalıştığını ve mekanizmalarını ortaya koyan bir araştırma alanıdır. Asıl ilgilendiği konular ise hatırlama, hafıza, algı, karar verme, problem çözme, dil gibi düşünme süreçleriyle ağrılıklı olarak çalışan bir alandır. Ancak az önce söylediğim gibi zaman zaman durum öyle bir hale geliyor ki örneğin ben bilişsel psikolojide çalışan bir araştırmacı olarak algı konusunda çok daha az bilgi sahibiyken depresyon konusunda daha fazla bilgi sahibi olabiliyorum. Çünkü ilgimi çeken konu daha çok bellek ile algı arasındaki ilişki değil bellek ile depresyon arasındaki ilişki  olabiliyor.

 

Sudenur Güngör: Bilişsel Psikoloji’de popüler çalışmalar nelerdir ? Özellikle son zamanlarda oldukça popüler olan Nöropazarlama’ya bilişsel psikoloji nasıl katkılarda bulunuyor ?

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Bu sürecin bilişsel nörobilimin ortaya çıkmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Genel olarak alanda görülen şöyle bir sıkıntı var: bir şeyin başına nöro koyduğun zaman birden bire gerçekten bilimselmiş ve de gerçekten önemliymiş gibi bir hava ortaya çıkıyor. Dolayısıyla ortalıkta bir yığın benim de şarlatanlık olarak görebileceğim birtakım durumlar da var. Yani beynine format at falan gibi birtakım kitapların ortaya çıktığı ve nedense bu kitapların toplumda çokça sattığı bir dönemden geçiyoruz. Psikolojiye çok büyük ilgi var bu aralar bununla ilgili olabilir. Dolayısıyla bilişsel psikolojiyi düşündüğümüz zaman bir bilim alanı olarak sadece nöropazarlama ile ilgili araştırmalar yapan bir alan olarak tanımlanması doğru değil çünkü bunlar genellikle işin kolayına kaçma ya da büyük genellemeler yapma yoluna gidiyorlar halbuki biz daha işin çok az bir kısmını anlayabilmiş durumdayız. Dolayısıyla yapılan genellemelerin çok ciddi bir şekilde yanlışlar içermesi söz konusu. Buna benzer şeyler işte örneğin “Mükemmel bir belleğe sahip olmanın yöntemleri, beyninizi uçurun kaçırın vs.” gibi bir yığın kitabın, yine Youtube’da bu konularla ilgili birtakım videoların popüler olduğunu görüyoruz. Bu bir kolaycılık. Yani bilimsel olarak bir işe yaklaşan kişiler genellikle bu tür olaylara çok kuşkucu yaklaşırlar çünkü böyle bir sistemin gerçekten kendini kanıtlayabilmesi için oldukça uzun aşamalı birtakım şeylerden geçmesi gerekiyor. Örneğin bir ilacın ABD’de Food and Drug Administration (FDA) olarak bilinen kurum tarafından kabul edilmesi için neredeyse 8-10 yıl araştırılması gerekiyor ve etkilerinin, yan etkilerinin vs. görülmesi gerekmektedir. Psikolojideki avantaj, böyle bir şeyin olmaması. İnsanlar hemen ortaya çıkıp “İşte böyle bir yöntem var bu da muhteşem şeyler yapıyor.” deyip bunu pazarlayabiliyorlar. Hiç bir kontrol mekanizması ya da eleştirel yaklaşım yok. Bu yüzden bilişsel psikolojinin araştırmaları örneğin bellek geliştirme konusunda son yıllarda ortaya çıkan birtakım meta analizler var. Mesela çalışma belleği denilen bellek türü yani bizim herhangi bir anda üzerinde düşündüğümüz olayları kapsayan, onu taşıyan ve bir şeyin üzerinde düşünmemizi sağlayan bellek mekanizmasına baktığımız zaman belirli bir kapasite sınırlaması olduğunu görüyoruz. Bu kapasite sınırlaması işte kimin yaklaşımıyla baktığınıza göre 5-9 madde arası bir şey hatırlamaktan işte iki saniye boyunca söyleyebildiği şeyleri hatırlamaya kadar değişik yaklaşımlar var. Ama sonuç olarak nereden bakarsanız bakın bir kapasite sınırlaması olduğu kesin. Bu kapasite sınırlamasını aşacak ve hatta insanların kendi kapasiteni geliştirebileceği birtakım yöntemler olabileceği üzerine epey zamandır çalışmalar yapılıyor ve bunların ciddi bir kısmı da bilimsel çalışmalar hatta sanıyorum 5-6 yıl önce bizde büyük bir uluslarası grubun böyle bir çalışmasına katılmıştık. “Bir yaz boyunca çalışma belleği geliştirilebilir mi ?” türünde bir 8 haftalık bir eğitim vererek kişilere bu eğitimin sonunda bir gelişme olup olmadığını incelemiştik.

 

Nitekim bunun sonucunda bir gelişme olmadığını gördük. Son yıllarda yayınlanan bir meta analizde bütün bu çok yüksek sayıda yapılmış olan çalışma belleği araştırmaları bir araya getirildi ve orada görülen şey değiştirme yöntemleri ya da  eğitimler bazen belirli bir alanda bellek gelişimine yol açsa dahi örneğin bir kelime listesi verildiğinde normalde 7-8 kelimeyi hatırlayabiliyorken 9-10 kelime hatırlayabiliyor hale gelebiliyorsunuz. Ancak bu onunla sınırlı kalıyor. Başka bir bellek hatırlama alanında etkisi olduğu görülemiyor olabilir Dolayısıyla genelde etkisiz olarak değerlendirebileceğimiz bir durum ortaya çıkıyor bunun sonucu olarak. İşin özü, bu tür iddialarda bulunmak ve de bu tür kitapları yazmak bazen kolay hatta bu kitapları yazanların birtakım bilimsel çalışmaları örnek olarak kullanabiliyorlar ancak bu bilimsel çalışmalarda cımbızla seçilerek, bir tek kendi söylemek istediklerini destekleyenleri seçerek ve geriye kalanları göstermeyerek yazılan kitaplar oluyor genellikle. Bir adım daha ötesine gidecek olursak bunun bilimsel olarak da oluşturacağı bir problem var.

 

Bir makalenin yayınlanması için genellikle fark bulunması isteniyor. Yani bir eğitim yaptınız eğer makalenizde bir farklılık bulunuyorsa genelde o makale yayınlanıyor. Ama bir fark bulmadım diyerek kimsede makaleyi yayınlayamıyor. Dolayısıyla şimdilerdeki sorunlardan bir tanesi örneğin bir araştırmacı yaptığı araştırmasında bellekte bir fark yaratabilmişse o makaleyi yayınlayıp ötekiler yayınlayamadığı için sadece bu makaleler ortada var olan bilimsel bilgi sanki sadece makalesinde fark yaratabildiğini gösteren makaleler olduğu için bir yanılmasama oluşuyor. Bunu ortadan kaldırmak için örneğin diğer bir meta analizlere insanlar çağrı yollamışlar ve “Bu tür araştırma yapan insanlar varsa lütfen bize bu bilgileri yollasınlar, yayınlanmamış olsa dahi biz bu verileri görmek istiyoruz.” demişler. O zaman ortaya çıktı ki yapılan araştırmaların %95’i kadar hiçbir fark göstermemiş %5’i de çok minik farklar göstermiş ve bunlarda transfer edilen farklar değil.

 

Sudenur Güngör: Hafıza ile ilgili yeni yeni ortaya çıkan şeylerden birisi de “hafıza silme, geçmişi silme vb.” durumlar olduğu söyleniliyor. Bu gibi konularda siz ne düşünüyorsunuz? Böyle bir şey mevcut mu? Mevcutsa da nasıl yapılıyor?

 

 Prof. Dr. Sami Gülgöz: Şimdi burada değişik iki tane akım var. Bunlardan bir tanesi kimyasal olarak yapılan birtakım çalışmalar tabii bunların hiçbiri insanlarla yapılan çalışmalar değil takdir edeceğiniz üzere. Yani burada temel olarak hayvan çalışmalarından söz ediyoruz. İkincisi ise daha çok öğrenme ile ilgili yapılan çalışmalar ya da farklı stratejiler kullanılarak yapılan çalışmalar. Burada gösterilen aslında basit bir süreç. Herhangi bir olayı yaşadıktan sonra o yaşadığımız olayın zaman içerisinde daha kalıcı olarak hatırlanması için konsolidasyon denen bir süreçten geçiyor. Eğer bu konsolidasyonu belirli bir şekilde engelleyebilirsek bu bilginin uzun süreli kalıcığı etkilenebiliyor. Bu ne demektir? Yani ben bir şekilde bir fareye laboratuvarda bir şeyi öğrettim ve daha sonra o öğrettiğim şeyin konsolidasyonu sırasında farenin beynine belirli bir kimyasalı gönderdim ve bu kimyasal konsolidasyonu engelliyorsa o öğrenmenin uzun kalınlığı engellenmiş oluyor. Bir başka yöntem konsolidasyonu engelleyen konsolide edilme süreci örneğin uyku ise ben kişilerin uyumasına engellersem konsolidasyonunu engellemiş oluyorum. 

 

Bir başka mesele ise şu: her olayı hatırladığımız zaman o olayın bellek izlerini yeniden oluşturuyor gibiyiz. Dolayısıyla bir olayın bellek izlerini yeniden yaratma sürecinde araya bir kimyasal ya da başka bir etkileyen koyduğumuzda onun yeniden yazılmasını etkileyebiliyorum. Dolayısıyla bellek silinmesi kısmi olarak bugüne kadar gösterebildiğimiz bir şey. Tabii her zaman bunu kontrollü bir biçimde yapamıyoruz. Mesela travma sonrası stres bozukluğu sonrası oluşan anıların insanlar üzerinde olumsuz ve yoğun duygulara yol açmış durumların unutulmasından ziyade onların travma değerinin azaltılması adına yapılan çalışmalarda; kişileri o olayları hatırlamalarını ve hatırlarken de Tetris oynamalarını isteniyor. Daha sonra travmatik bir olayı tekrar hatırlamalarını istediğinde kişide anının çağrıştırdığı olumsuz duygularda azalma görülüyor. Bu oldukça yakın zamanda ve tekrar edilmiş bulgulara sahip olan bir çalışma. Dolayısıyla belleği çok dinamik bir şey olarak düşündüğünüzde evet silinmeler olacaktır. Mesela bir otomobil kazasına uğrayan kişiye “Kazadan önce ne yapıyordunuz?” diye sorulduğunda hatırlaması çok kolay sayılmayacaktır. Bunun nedeni ise olayı yaşadıktan sonra bir tür konsolidasyon olacakken araya başka bir ciddi bir olay girdiği için konsolidasyon yaşanamıyor ve kişi o olayı hatırlayamıyor öncesinde.

 

Sudenur Güngör: Hayatımız boyunca birçok enformasyonlar ile karşılaşıyoruz. Bu enformasyonların bir çoğunu unutuyor birçoğunu ise yıllar geçse de hatırlıyoruz. Nasıl oluyor da bu bilgileri unutabiliyor ya da hatırlayabiliyoruz? Hatırladıklarımız ile unuttuğumuz bilgilerin farkı nereden kaynaklanıyor?

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Bu sanıyorum en önemli sorulardan bir tanesi ve çok net cevabı olan bir şey de değil. Bu sorunun cevabını tam olarak bilseydik mesela senin bundan 5 yıl sonra tam olarak neyi bilebileceğini tahmin etmemiz gerekirdi. “Ben bu olayı hiç unutmayacağım.” dediğimiz olayları dahi unuttuğumuz olabiliyor. 

 

Ne çıkıyor karşımıza  bizim otobiyografik bellek araştırmalarımızda sık sık karşımıza çıkan bir hatırlama eğrisi ya da hatırlama tümseyi, anı tümseyi gibi değişik isimlendirilen; 45-50 yaşlarındaki  kişilerle araştırma yaptığınızda bu kişilerin  15-30 yaş arasındaki olayları çok daha iyi hatırladıklarını görüyoruz. Bu 15-30 yaş arasındaki olayları niçin daha iyi hatırlıyoruz diye baktığımız zaman bu olaylar genellikle ilk defa deneyimlenen kişilerin daha önce hiç yaşamadıkları dolayısıyla bir yenilik özelliği içeren ve aynı zamanda da birçok insanından hayatında dönüm noktası sayılabilecek olaylar oluyor. İşte Türkiye’den örnek vereyim lise mezuniyeti, üniversite sınavı, üniversiteye girme, üniversite mezuniyeti, evlenme, ilk çocuk sahibi olma, ilk işine girme, bun gibi olaylar değişik şekillerde hatırlanıyor. Niçin bunları hatırlıyoruz? Çünkü  bunlar biraz önce söylediğim gibi daha önce deneyimlenmemiş olaylar olduğundan. İkinci bir neden bu olayları hatırlamak çok kolay çünkü içinde yaşadığımız toplumda herkes o olayları yaşadığı için sürekli biz bu olayları tekrar ediyoruz. Sürekli düşünüyoruz insanlara en çok anlattığımız olaylar onlar. 30 yaşından sonrada bu ilk yaşanan olayların sayısında ciddi bir şekilde azalma var. İnsanlar genellikle rutin oluyorlar yani insanlar hayatlarında daha aynı şeyleri yaşıyorlar. 

 

Bunun ötesinde  yenilik varken bu olayların ciddi derecede duygusal olarak yoğun ya da heyecan verici olaylar olması olacaktır. Duygusal yoğunluk ve heyecan vericilik bizde bir olayın hatırlanmasında ciddi bir şekilde etkiliyor. Bizde zaten belleğin en önemli hatırlama mekanizmalarında biri hipokampüstür. Hemen onun yanında yer alan amigdala da beynin duygu işleme ünitesidir. Dolayısıyla bu ikisi ciddi bir şekilde birlikte çalışıyorlar bu da şu demek oluyor amigdalayı etkileyen duygusu yoğun olan olayların hatırlanması daha yüksek oluyor. Travmatik olayların hatırlanmasına ilişkin çok ilginç araştırmalar var. 

 

Mesela “Travmatik olaylar hatırlanır mı? Hatırlanmaz mı?” bu sorular üzerine farklı bakış açıları var. Şimdi en eski travmatik olaylar hakkında Freud yazmıştır. Freud’un yazılarına bakarsan travmatik olayları bastırma savunma mekanizmaları ile bastırarak  unutmaya çalışıyoruz dolayısıyla hatırlamıyoruz. İkinci bir yaklaşıma göre bu travmatik olaylar o kadar önemli, o kadar duygu yoğun ki biz onları çok iyi hatırlıyoruz. Üçüncü bir yaklaşıma göre tünel belleği dediğimiz veya tünel hafızası dediğimiz bir bakış açısı var.  Bu akış açısında travmatik olayların kendini çok iyi hatırlıyoruz ama etrafındakileri iyi hatırlamıyoruz. Yani biz tüneldeymişiz gibi ortası çok aydınlık ama geri kalanı çok karanlık gibi bir görüntü oluşuyor. Dördüncü bir bakış açısı da travmatik olayların hatırlanması diğer tüm anılarla aynıdır dolayısıyla bir fark yoktur. 

 

Litaratüre baktığımız zaman bu görüşlerin hepsinin desteklendiğini görüyoruz. Görülen o ki, bir şey duygusal olarak çok yoğunsa mutlaka hatırlanır ya da mutlaka unutulur tarzında bir genellemek yapabilmek çok imkan dahilinde gözükmüyor. O yüzden de tam bu tanıyı koyabilmiş değiliz. Bazen hiç alakasız, hiç önemsiz ve hiç duygusal olmayan garip bir olayı yıllarca hatırlayabiliriz. Yani ben bunu niçin hatırlıyorum nasıl hatırlıyorum bunu bilmiyoruz.

 

Sudenur Güngör: O zaman bu insanların kişilikleri ve farklı özelliklere sahip olması ile alakalı  olabilir mi?

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Tabii birçok değişken olabilir. Örneğin bir şeyi hatırlamayı etkileyebilecek o kadar çok değişken var ki bazen çok minik tesadüflerde olabilir. Bazen bir şeyi yıllarca hatırlamayıp etrafta gördüğümüz bir hatırlatıcı bir müzik, bir koku, bir ses veya  bir başka olay bile yıllarca hatırlamadığınız bir olay birden bire hatırlar olduğunuz bir olaya dönüşebiliyor. Dolayısıyla nedir onu hatırlatan bilmiyoruz.

 

Sudenur Güngör:  Yapay zeka  popüler bir şekilde  birçok bilim insanın konusu halinde bilişsel psikologların yapay zeka çalışmalarında da yer aldığını biliyoruz. Yapay zeka çalışmalarında bilişsel psikologların rolü nedir ?  Ayrıca yapay zekanın geleceği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? 

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Bilişsel psikolojinin adına zeka denilebilir ama aslında zeka dediğimiz şey nedir kişinin zihninin nasıl çalıştığıyla ilgili bir şey. Yapay zeka da bir yapay zihin oluşturma aslında. Belki de yapay zekadan ziyade yapay zihin dememiz gerekiyor. O tür çalışmalar aslında bir yapay zihin oluşturma çalışmaları. Bilişsel psikoloji  en başında beri bu yapay zekanın içinde oldu. Bilişsel psikolojinin yaptığı tersine mühendislik diyebileceğimiz bir çalışma. Nedir tersine mühendislik? Yani önümüzde bir makine var ve biz bu makineyi kurcalayarak nasıl çalıştığını anlamaya çalışıyoruz. Bir çocuğun bir oyuncağı parçalarına ayırarak acaba bu oyuncak nasıl çalışıyor diye anlamaya çalışması gibi. Yapay zekada ise yapılmaya çalışılan çeşitli parçaları bir araya getirip çalışan bir zihin oluşturabilmek. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak bu iki ekibin birlikte çalışması gerekiyor. Belirli konularda da zaten birlikte çalışıyoruz şöyle ki bilişsel psikoloji bazen bir kuramla bir modelle ortaya çıkıyor diyor ki zihin bu işlemi şöyle yapıyor. Benim yıllar önce yaptığım bir çalışmadan örnek vermem gerekirse: Bir insan bir yazıyı okuduğu zaman bu yazıyı böyle böyle yaparak anlıyor. Yani zihinde söyle işlemler oluyor ve bunun sonucu olarakta insan bu metnin içindeki bilgiyi zihnine yerleştiriyor belleğine yerleştiriyor diyoruz. Bu bir açıklama süreci. Bu açıkladığımız açıklamak için kullandığımız modeli biz aynı şekilde bir bilgisayarı aynı adımları atacak şekilde programladığımız zaman bu bilgisayar aynı işlemi insan zihni yapabiliyor gibi yapıyorsa biz ortaya koyduğumuz modelin desteklendiğini savunuyoruz. Ama aynı zamanda bunu simülasyon ya da benzeşme diyoruz. Bu simülasyon çalışmasında aslında yaptığımızda bir yandan ortaya bir yapay zeka çıkarmaktır. Yani ortaya insanın yaptığını yapabilen bir zihin çıkarmaktır. Dolayısıyla bu iki alanın ortaya çıkması kaçınılmaz olarak gözüküyor. 

 

Sudenur Güngör: Karar verme konusu hakkında çok merak ediliyor; Karar verirken çok zorlanıyor insanlar karar verme sürecimizde etkili olan süreçler sizce neler oluyor? Bunun bilişsel boyutu nedir?

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Şimdi karar vermedeki en büyük zorluk son yıllarda seçeneklerin artması olarak düşünülebilir. Birinci olarak bu şekilde düşünmek daha sağlıklı çünkü bu konuda çok güzel araştırmalarda bulunuyor Seçenek sayısı azaldığında karar vermek kolaylaşıyor ve seçenek sayısı arttığında karar vermek zorlaşıyor. Dolayısıyla insanların karar vermekte zorlanmalarının en büyük nedenlerinden bir tanesi seçenek sayısının artması. Seçenek sayısının artması genelde çok iyi bir şeymiş gibi gözüküyor. Çok basit bir örnek vereceğim süper markete gittiniz süpermarketten peynir almak istiyorsunuz. Orada 3 çeşit peynir varsa 3 çeşitten birini almak kolay. Ancak orada 35 çeşit peynir varsa o 35 çeşit peynirin niçin zorlaşır çünkü sizin karar vermenizde etkili olan çeşitli boyutlar var. Diyelim ne olabilir tadı, fiyatı hadi iki boyutta sınırlayalım. 3 tane peyniri tadı ve fiyatı konusunda karşılaştırmak çok zor olmaz ama 35 tane peyniri tadı ve fiyatı konusunda karşılaştırmaya çalıştırmaya kalktığınız zaman  inanılmaz zorlukla karşı karşıyasınız.  Dolayısıyla insan zihninin az önce sözünü ettiğim çalışma belleği kapasitesi sınırlı olduğu için bütün bu bilgileri aynı anda değerlendirip karşılaştırmak ve bunun sonucunda da karar vermek zorlaşıyor. Dolayısıyla zihin süreçleri bu tür problemleri kolay halledemiyor. Onun yerine bazı kısa yollar kestirme yollar kullanıyor bu heuristic dediğimiz kestirme yollarda yaptığımız şey bu karar verme mekanizmalarını bizim için hızlandırmak oluyor. Bu illa doğru bir karara yol açıyor değil ama hızlı karar vermemize yol açıyor. Peynir örneğine dönecek olursak hangi peyniri alacağımızı bilmiyorsak hangisi daha kalitelidir vs diye bilmiyorsak örneğin tanıdık bir markanınkini almayı tercih ediyoruz en azından o markaya güvendiğimiz için tanıdık markanın peynirini alıyorum.  Ya da gidiyorum tanıdık bir markamız yoksa gidip en pahalısını alıyoruz ki  pahalı peynir mutlaka en iyi peynirdir diye bir kestirme yol kullanıyoruz. Dolayısıyla karar vermenin güçleşmesi özellikle bizim bilgili olduğumuz alanlarda zorlaşıyor. Çünkü o zaman biz her şeyin artı ve eksisini ya da avantajını ve dezavantajını düşünüyoruz, bunları karşılaştırmakta çok zorlanıyoruz. Bilgisiz olduğumuz alanlarda karşılaştırmak o kadar zor değil peynir konusunda bir şey bilmiyorsan git en pahalısını al bitti diyoruz mesela anlatabiliyor muyum.

 

Sudenur Güngör: Peki ülkemizi ve diğer ülkeleri karşılaştıracak olursak bilişsel psikoloji alanından ülkemiz adına hangi noktadayız? Gelişmesi için neler yapabiliriz? Dışarda neler yapılıyor? 

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Yani aslında şimdi bilişsel psikolojide ben Türkiye’de hocalığımın 25 yılını bitirdim böyle bir bakış açışından baktığımız zaman ve sadece Türkiye’yi ele aldığımız zaman mükemmel bir yerdeyiz. Niçin öyle diyorum çünkü 25 yıl önce ben birlikte çalışacak kimse bulamazken şimdiler de artık bilişsel psikolojinin kendi konferansı var. Türkiye’de bilişsel psikoloji alanında çalışan insanlar bir araya geliyorlar ve araştırmalarını paylaşıyorlar vs. Yurt dışına konferanslara gittiğimizde artık benim Türk mafyası dediğim bir grup halinde orada olma şansımız oluyor. Dolayısıyla geldiğimiz yer gerçekten çok iyi. Ama yurt dışıyla kıyasladığımız zaman hiç bir şekilde kıyaslanabilecek bir durumda değiliz yani neden bunu söylüyorum sayısal olarak nüfuzu bizden çok daha düşük bir takım ülkelerin örneğin Hollanda İsrail o tür ülkelerin çok gerisindeyiz. Bu bir anlamda bilişsel psikolojinin uygulamaya ilintisinin görülmemesi ve hem bilim desteğinin hem de bilime olan ilginin daha çok uygulamalı alana yönelik olmasından da kaynaklı. Bunun da tersine döndüğünü görüyorum. Son yıllarda öğrencilerimiz arasında eskiden öğrencilerde ilgi çok düşükken şimdilerde yüksek lisans ve doktoraya gitmek isteyen ve bunu bilişsel psikolojide yapmak isteyen öğrenci sayımızda da ciddi bir artış var. Dolayısıyla açıkçası benim Türkiye’deki bilişsel psikolojinin durumu hakkındaki görüşüm çok iyimser çok olumlu. Yani şöyle söyleyeyim ben eski 2 doktora öğrencimle şimdi kendileri öğretim üyesi Sezgin Öner ve Berivan Ece biri MEF üniversitesinde diğeri Kadir Has Üniversitesi’nde iki eski doktora öğrencimle birlikte bir derleme kitap ortaya koyduk ve sadece türkiyeden olan yazarlarla hafıza ve sadece otobiyografik hafıza üzerine 12 -13 bölümden oluşan bir kitabı ortaya çıkardık. Nereden baksan 20-25 yazarın o kitabı yazmak için bir araya geldiği bir durumdur ki bu çok nadir rastlanan bir durumdur. 

 

Sudenur Güngör: Üniversite tercihleri yapacak olan öğrencilerden psikoloji bölümünü seçecek arkadaşlarımız adına bilişsel psikoloji hakkında ne söylemek istersiniz? 

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Valla şimdi bilişsel psikoloji bir çok yerde doğrudan uygulaması olduğu görülen bir alan değil. Ama bunun değişik yönleri var. Buradan yola çıkarak uygulamalı alanlara gidilebiliyor. İşte bu bellek çalışmaları üzerinden gidildiğinde bellek sorunları, demanslarla ya da Alzheimer da vs gelen bellek sorunları, bunların ölçümlenmesi vs konularda çalışan oluyor. Bu bir çalışma alanı ya da son zamanlarda kullanıcı deneyimi denilen bir alan çıktı kullanıcı deneyimi araştırmalarında biz şeye bakıyoruz yani mesela bir bilgisayar programı kullanıcısı ya da daha basitinden bir web sitesini  kullanırken o ara yüzün ne kadar kullanıcıya yatkın olduğunu ölçüp bunu daha kullanıcıya yatkın hale getirmeyi ölçümleyen bilişsel psikologlar var bu alanlarda çalışan. Bunlar tabi hep yeni alanlar yeni uygulama alanları hatta kullanıcı deneyimi araştırmacısı konusunda biz önümüzdeki dönemden itibaren bir sertifika programı başlatıyoruz koç üniversitesinde yani bir uygulama alanı olarak öğrencilerin kendilerini bulabilecekleri onunla ilgilenen öğrencilerin alabilecekleri derslerinin olduğu bir sertifika programı geliştiriyoruz. Bu tür değişik alanlar ortaya çıkıyor ve kaçınılmaz olarakta çıkacaktır. Bilişsel psikolojinin temelinde insan zihnini araştırmak var ve insan zihnini araştırmak bize aslında dünyanın bir çok olayı hakkında bilgi verebiliyor. Yani şimdi baktığınız zaman insanların belirli ideolojilere nasıl kapıldığını araştırmak için aslında insan zihninin nasıl çalıştığını anladığımızda bir takım fikirler elde edebiliyoruz. Ya da işte bir insanın neden anksiyete duyduğunu belki de belleğindeki bir takım olaylardan yola çıkarak anlamaya başlayacak. Yani geçmişte belleğinde yer etmiş bir takım izlerin aslında o kişileri daha kaygılı bir hale getirdiğini görmeye başlayacağız. Dolayısıyla zihin her tarafta var. Her şeyde insan zihni var dolayısıyla çalışacak öğrencinin bilişsel psikolojiyle ilgilenen öğrencisinin öncelikle insan zihnini merak etmesi gerekiyor. O merak duygusu varsa ancak bunu tavsiye edebilirim kişiye. Zihin nasıl çalışıyor. Bu insan kafasında neler var neler dönüyor gibi bir merak olduğu sürece bilişsel psikoloji çok ilginç bir alan. Ama yani herkesinde bu konuyla ilgilenmesi gerekmiyor ya da hepimizde aynı olursak dünya çok sıkıcı bir yer olur dolayısıyla bir anlamda kişilerin merakları ve heyecanlarının o alanda olması gerekiyor. 

 

Sudenur Güngör: Lisans öğrencilerine kendilerini geliştirmeleri ve fark yaratmaları için ne gibi tavsiyeler verirdiniz? 

 

Prof. Dr. Sami Gülgöz: Sanıyorum bu psikoloji öğrencileriyle sınırlı bir şey değil herkes için söyleyebileceğim bir şey olacaktır. Çok yönlülük yani önümüzdeki dünya artık tek bir beceriye sağlık tek bir işi yapabilen insanlardan ziyade hızlı değişime adapte olabilen ve birçok konuda çalışabilecek insanlar arıyor. Ve dolayısıyla benim önerim kişilerin kendilerini değişik becerilerde geliştirmeleri. Örneğin psikoloji öğrencisi olsa da bilgisayarla çok haşır neşir olmaları teknolojiye çok haşır neşir olmaları. Sadece bir kullanıcı olarak söylemiyorum. Müdahale edebilen yani gerektiğinde kod yazabilen bilgisayarını kendi kullanmak isteği gibi dönüştüren insanlar olmaları gerekiyor. Bu işin bir boyutu teknoloji kısmı. İkinciside özellikle kendilerini besleyecek çok farklı alanları fark etmeleri gerekiyor. Hayvanların dünyasından tutunda romanlara kadar edebiyata kadar kişileri besleyecek çok alan var. Dolayısıyla bu beslenebilecekleri değişik yerlerden beslendiklerinde kişilerin zihinlerinde daha fazla fikir oluşuyor daha yaratıcı oluyorlar daha kolay problem çözüyorlar hayatlarındaki problemlerden bahsediyorum okul problemlerinden ziyade hayat problemlerinden bahsediyorum. Dolayısıyla çok yönlülük ve değişik alanlarda bilgi sahibi ve donanımlı olmak çok önemli. 

 

Sudenur Güngör: Hocam değerli vaktinizi bizlerin sorularını cevaplayarak geçirdiğiniz için teşekkür ederiz. Çok yararlı bir içerik oldu. Eminim okuyucularımız için de öyle olacaktır. Tekrardan teşekkürler…

 

Yazar: Sudenur GÜNGÖR

Yorum yapın